Kayıtlar

Son

Düşüyorum, ucu bucağı gözükmeyen bir yere doğru. Her yer karanlık. Ne zaman çakılacağımı bilmiyorum, uçuyorum bir bakıma. Kimse yok. Hiçbir şey duymuyorum. Sesin olmadığı bir yer burası. Renge sahip miyiz onu da bilmiyorum, dedim ya karanlık diye, belli olmuyor. Siyahtır belki de. Arada bir nefes alınıyor, izin veriyorlar. Uçarken nefes alındığını deneyimledim bu şekilde, hep izin verilse durmadan nefes alınabiliyor mu öğrenmem gerek. Yere çakıldığımda soracağım bunu, dostlar diyeceğim, şifreli konuşacağım, öyle boş lokma olmadığımızı anlasınlar diye. Ayağa kalktım. Gidip geliyorum, etrafı kontrol ediyorum, ayak sesleri geliyor. İrkilmişim, öyle dediler, geldiğini söylediler. Sonradan haberim oldu, haykırmış, gideceğim buralardan demiş. Aklıyla alay ediyorlar resmen. Ben ona demiştim ama sonu böyle olacak diye. Aklına o ilk gün geldi: "Soğuk bir aralık akşamı. Kapıdan içeri pembe montlu, kısa boylu, genç bir kız girdi. Üşümüş bir hali vardı, ellerini ovuşturarak bir sandalye

Dirilmek

Dönüp dolaşıp aynı yere geliyorum. Bıraktığım yerde, saplandığım hayatın çıkarılamaz döngüleri bıçak darbeleri gibi her yerime vuruyor. Anlaşılmak istemiyorum, sadece anlatmak, sonra yok olmak. İnsanlardan uzaklaştıkça kendimle kavga ediyorum. Bir tarafım diğer tarafımı öldürüyor, diğer tarafım da dirilip paramparça ediyor. Geriye ben kalmıyorum. Sadece o kalıyor. Benden habersiz bir o. Bende yaşasa da farkında değil. Hiçbir şeyin farkında olmadığı gibi, hiçbir şey de yapmıyor. Onu döverken kendime eziyet etmeye devam ediyorum. Yiyorum kendimi, bu nasıl anlatılır hiç bilmiyorum, ama eriyorum her geçen gün. Eridikçe bir gün ben de o da yok olacak. O her zaman kurtuldu ama bu sefer kurtulamayacak. Kendimi kendime o kadar çok şikayet ediyorum ki bir gün benden beni terk edecek. O gün işte gerçek bayram. Bu şikayetleri bana değil de bir başkasına anlatsa gerçekten dünya güzel bir yer olacak. Ama o kadar çaresiz ve aciz ki, denemeye cesareti bile yok. Denemeye çalıştığı zamanlarda şevk

Yaşamak

“Bana bilmediğim bir şeylerden bahset.” Kafasını kaldırdı, yüzüne baktı ilk, konuşmaya başlar gibi oldu, kelimeler ağzına dayanmıştı, kelimeler dışarı çıkmadan geri gönderdi onları. Ne de olsa sahibiydi onların, kendine ait bir şeyleri vardı, onları paylaşmak istemiyordu kimseyle. Bu dünyada sahip olduğu tek şey kelimeleriydi. Oturduğu koltuğun yanında sehpanın üstünde bulunan bir bardak suyu eline alıp yarısına kadar içti, tekrar geriye yerine koydu. Tekrardan konuşmaya yeltendi, bu sefer o çok önem verdiği sözcükleri ağzından çıkacak gibiydi. Bir anda durdu, gülümser gibi oldu. Yeniden vazgeçmiş gibiydi. Ayağa kalktı. Oturduğu koltuğun tam karşısındaki duvara dayalı kitaplığa doğru yürümeye başladı. En üst rafta bulunan ansiklopedileri es geçti, bir alt rafa baktı, aradığını bulamamış gibiydi. Bakmaya devam etti. Aramaktan vazgeçip kitaplığın yanında bulunan masanın önüne geldi. Ve masanın önündeki sandalyeye oturdu bu kez. Bu sırada soruyu soran arkadaşı gözlerini bir an kırpma

Ölmek

Gözlerini açtı. Çevresindeki kalabalık onun gözlerini açtığını fark edince hep birlikte ona yöneldiler. Hep bir ağızdan konuşmaya başladılar. Ne söyleniyordu, kimin ne derdi vardı belli değildi. Tek belli olan gözlerini açan adama karşı nefretleri, sevgileri, söylemek istedikleri vardı. Adam kalabalığa yüzünü çevirdi. Hiçbir şey söylemedi. Sustu uzun bir süre. Herkesi teker teker süzmeye başladı. Kimin gözüne baksa o kişi susuyordu. Ve sonunda herkes susmustu. Şimdi herkes teker teker konuşmaya başladı. Bir tanesi başladı: -Bana hep üstten baktın ve ezdin beni. Senin yüzünden öldüm. Ufacık halimi hiç umursamadın. Tek umursadığın şey kendindi. Baska biri girdi araya: -Çocuk gibisin, yaptığın her hareket, her tepki çocukça. Ne yaptığını hiçbir zaman bilemedin. Bi başkası: -Benden hep korktun. Gördüğün zaman yolunu çevirdin. İçindeki hisleri en başından beri biliyordum. Kaçamadın benden sonunda. Başka biri: -Sana senin istediğin gibi davranamadım. Hayatının belki de en büyük so

Doğmak

Kaybetmek, kazanmak, unutmak, hatırlamak, vazgeçmek, sahip olmak, değersiz olmak, değerli hissetmek; Hayır, hayır, hiçbiri, hiçbiri değil. Hiçbiriyle alakası yok yaşananların. Yelken açtım umursamazlığa yine, dünyayı bıraktığım anlara döndüm tekrardan. Neden, neden? Sorgulamak mı çözüm, yazmak mı konuşmak mı; dökmek mi ortalığa bütün pislikleri? Arkana bakmamak mı, döktüğün pisliklerle yüzmek mi ya da yok yok, ama dedim ya döndüm umursamazlığa. Farklı olmak. Nedir ölçütün? İstediğimiz kadar çabalayalım, ikiyüzlüyüz, çabalama sürecimiz bile öyle. Kendimizi kandırmaktan başka bir sonuç yok ortada, olmayacak. Ve en sonunda, yapmak zorunda olduğumuz kadere mahkûm olacağız. Çünkü ilk sözcüklerin hiçbiri sonucumuz değil. Beş tane irili ufaklı çiçekler, hepsi sana bir şey ifade ediyor; biri ayaklarından çıkan çaresizliğin kokusu, ikisi yalnızlığının sorgulayıcıları, ikisi de umudun. Senin ağzına sıçan, her dakika yara almana sebep olan bu iki çiçek. Sırada kapın var. Bu tek, sa

Şehir Uğultuları

Aktaracak bir hikayem, tasarladığım bir cümlem yok. Bir şeyler yazma ihtiyacı duyduğum bir andayım ve yazmaya başladım. Hayatımın önemli bir parçasının şehir uğultuları olduğunu fark ettim. Bu akustik, hayatımdan çekiliverdi birkaç gündür. İlginç bir yerde yaşıyorum. Sakin, sessiz bir yer. Normal şartlarda bu sakinlik benim tercih edeceğim bir şeyken, bunu görsel olarak hiçbir şeyin desteklemiyor olması, sakinliği son derece sinir bozucu yapıyor. Yumruk boyunda kablolar, molozlar, çarpık çatılar, inanılmaz kokular içerisindeyim ve bir tek korna sesi gelmemesi, beni tüm bu çirkinliğin içinde kaybolmuş hissettiriyor.  Yapay sesler yaratmaya çalışıyorum ama arkasında kendi ritminde, o kaosun yarattığı nefis ahenkle gelen uğultu olmayınca, tüm bu eklenti sesler yavan kalıyor.  İlginçtir, bulunduğum yerden biraz aşağı yürürsem ülkenin en korkunç gettolarına, biraz yukarı yürürsem en elitist kitlesine ulaşıyorum. Bu ülkede düşünsel olarak bulunduğum yer, yaşadığım yere de yansıdı

Kapıdaki Kurt

Yemyeşil, puslu bir vadinin ortasında, gri tüyleri, soğuk mavi gözleriyle, sisin içinde dumanları yara yara hedefine doğru yürüyen bir kurt. Bir gece yarısı... Ağzını açıp, sapsarı dişlerini bulutları parça parça aydınlatan aya doğru istemsizce uzatıyor. Ardından, hiç vakit kaybetmeksizin yoluna devam ediyor. Yolun sonunda, etrafı koca surlarla çevrilmiş daracık bir baraka onu karşılıyor. Öyle ki kurt, barakayı bir keresinde, surların kurulduğu dağın yamacındaki bir tepeden uzun uzun izlemişti. Körpe bir köpek, barakanın önünde uzanmış yatıyordu. Barakanın içinden kirli kumral saçları, kırış kırış yüzü ve koca elmacık kemiklerinin üzerinde bir nokta gibi görünen gözleriyle yaşlı bir kadın çıkmıştı. Ağır adımlarla samanlık bir alana doğru yönelmiş, körpe köpek de sanki sahibiyle birlikte çökmüş gibi sürüne sürüne onu takip etmişti. Kadın, boynuna altından bir demir bağlı ineği, samanlık alanın arkasından koca halatıyla sürükledi. İneği bir köşeye çekti, ve öte taraftaki çürümüş tabure